Bitter Sweet Symphony:
Bağımlılığın Acı Tatlı Evrimi
Elif Mutlu
Bağımlılık Dergisi, 2015, Cilt:16, Sayı:2, s:108-111 / Journal of Dependence, 2015, Vol:16, N.:2, pp.108-111 / www.bagimlilikdergisi.net
ÖZET:
Nörobilimdeki heyecan verici gelişmelere rağmen bağımlılığın doğasına ilişkin temel sorular konusunda halen tatmin edici cevaplar oluşmadı. Evrimsel psikiyatri açısından emosyonların sağkalım ve üreme açısından adaptif bir işlevi vardır ve emosyonlar bağımlılığı, ortaya çıkışını, yaygınlığını, bireyler arası farklılıkları anlamamızda yardımcı olabilecek bir çerçeve sunmaktadır. Bu yazıda bağımlılığa evrimsel bir bakış ve bu bakış açısının olası avantajları ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Bağımlılık, evrimsel psikiyatri,emosyon
Son 30 yılda başımlılıkla ilgili özellikle nörobilim alanında heyecan verici gelişmeler olsa da, temel problemler hala tam aydınlatılamamış gözüküyor: Bağımlılığa yol açan şey nedir? Neden herkes bağımlı olmuyor? Bu sorulara gelen cevaplar genelde genetik, ve çevresel faktörler, yaşam deneyimleri ya da bunların kombinasyonunun etkili olduğu şeklinde. Önleme politikaları ve tedavi yaklaşımları da bu bilimsel bilgiler çerçevesinde güncelleniyor. Bağımlılık önceleri daha çok kişilik zaafiyeti ya da ahlaki bir sorun olarak görülmekteyken, son yıllarda tedavi edilebilir bir beyin hastalığı olduğu yönünde uzlaşıya varıldı. Buna rağmen bağımlılığa neden olan esas etkenin yukarıda değinilenlerden hangisi olduğu konusunda mutlak bir uzlaşıdan söz etmek henüz mümkün gözükmüyor.
Bu yazıda bağımlılığın nedenine ilişkin, tüm bu bildiklerimizden biraz uzaklaşarak kapsamlı bir çerçeve sunmaya çalışacağım. Bunun için evrimsel psikiyatriye kulak vermek yerinde olur.
Bağımlılıktan bahsedeceksek hazdan ya da daha geniş bir perspektiften emosyonlardan başlamakta fayda olabilir. Emosyonlar Nesse, Rolls ve Plutchik gibi evrimsel psikolojinin önemli isimleri tarafından, farklı biçimlerde ele alınmış olsalar da ortaklaşılan nitelikleri şunlardır(1)
Emosyonlar olumlu ya da olumsuz pekiştirme yoluyla davranışları modüle ederler, ve (tam da bu yüzden) emosyonların sağ kalım değeri vardır (2).
Emosyon eş zamanlı fizyolojik, bilişsel ve davranışsal değişiklikler meydana getiren bir örüntü ve kişiyi belli bir durumla başa çıkmaya hazırlayan öznel bir deneyimdir (Nesse 1994). Dolayısıyla emosyonların en önemli özelliği, bir dereceye kadar hepsinin keyif ya da acı verici olmasıdır. Yani haz açısından nötr emosyon yoktur. Genel olarak, fırsat ve tatminler haz; tehlike ve kayıplar ise acı verir. Acı verici (aversif) emosyonlar uzaklaşma ve kaçmaya, haz verici emosyonlar da içinde bulunulan durumu sürdürmeye güdüler. Acı verici bir emosyonel durum olarak adlandırabilecek olan depresyon (korku, suçluluk, keyifsizlik) tam da bu anlamda organizmayı ilişkilere, kaynaklara, sosyal statüye gelen bir tehdide karşı uyaran adaptif bir sendrom olarak işlev görür. Depresyondaki birey sosyal hiyerarşideki yerine yatırım yapmayı keserek diğerleri için tehdit olmadığı mesajını iletir ve böylece elindeki kısıtlı kaynakları da riske atmamış olur. Yani zihinsel acı duyma becerisinde bir eksiklik, sıklıkla maladaptif olacaktır.
İyi yemek, seks, arkadaşlık, çocuk sahibi olma, beğenilme, içgörü sahibi olma gibi durumlarsa evrimsel açıdan avantaj (hayatta kalma ve üreme başarısı) sağlar ve bu deneyimler keyif verir. Genler, kendilerinin devam etme olasılığını arttıran durumlara ilişkin bireyin koşullanmasını sağlayacak emosyonları şekillendirmişlerdir (3).
İşte psikoaktif maddeler bu noktada devreye girer, gerçekte güdülenilen bir ödül yokken haz verici emosyonlar yaratırlar; özetle bu evrimleşmiş mekanizmalara kısa devre yaptırırlar. Madde kullanımı sürdükçe sıradan yaşam deneyimleri daha az ödüllendirici hale gelir. Böylece sağkalım ve üreme başarısını artırmaya yönelik emosyonel mekanizma, kognisyon ve algının pas geçilmesiyle, kişiyi bağımlı hale getirir. Bu perspektiften yemek, kumar ve seksin yanı sıra alkol, nikotin, eroin ve kokain gibi maddelerin kullanılması ile dopaminerjik sistemin etkinleşmesi daha iyi anlaşılabilir (4).
Bu açıdan ele alındığında bağımlılık emosyonların bedelidir. Burada bir parantez açıp psikoaktif maddelerin tarihine göz atmak bu hipotezimizi destekleyecektir: Aslında keyif verici maddeler insan yaşamına endüstriyel üretimle girmemişlerdir. Doğada pek çok meyve kendiliğinden fermente olur ve bazılarında alkol oranı %5’lere kadar çıkabilmektedir. Tam da bu yüzden Alkol Dahidrogenaz ve Aldehit Dehidrogenaz enzimleri meyve sineklerinde de bulunmaktadır (5).
Sadece alkol değil Koka yaprağının geleneksel olarak tüketilmesinden kahve bitkisinin keçiler tarafından yenilmesine kadar pek çok örnekle doğada psikoaktif madde kullanımını göstermek mümkün. Hatta yaklaşık 11.000 yıl önce , henüz yerleşik tarıma geçilmemişken kurulan Göbeklitepe’de bira imal edildiğine ilişkin bulgular saptandı (6).
Brüne’ye göre keyif verici maddeler belirli miktarlarda kullanıldıklarında sosyal kohezyonu arttırma gibi adaptif özellikleri bile olabililecekken, endüstriyel üretimleri sonucu doğada karşılaşamayacağımız miktarlarda erişilebilir olması ile bağımlılık problemi yaşamaktayız. Hatta doğada kolay erişilemeyen ve haz kaynağı olan tuzun endüstriyel üretimi sonrası hipertansiyon ve karbonhidratlara kolay erişim sonrası diabetin ortaya çıkması ile aynı nedenle hayatımızdadır bağımlılık: “Adapte olunan evrimsel çevreden farklı bir ortamda yaşıyor olmak”.
Peki neden insanların tümü aynı şekilde bağımlı olmuyor?
Yine aynı yoldan devam edersek bu soruya şöyle bir cevap gelecektir: Kalıtım ile edinilmiş birçok özellik, örneğin farklı maddelere verilen duygusal yanıtlar, dürtüleri kontrol etme becerisi, sosyal olarak kabul edilebilir biçimlerde tatmin olma eğilimi, anksiyete veya keyifsizliğe olan eğilim ve sosyal etkilere açıklık, madde kötüye kullanımını etkileyebilir.
Nitekim Blum ve arkadaşları bu sorunun yanıtını biyolojik düzlemde takip ederek “Genetik Bağımlılık Risk Skoru” tanımladılar(7).
Alkol ve aldehit dehidrojenaz enzimlerinin başka türlerde de bulunduğundan söz etmiştik. İnsanda etnik gruplar arasında bu enzimlerin etkinliklerinin farklılık göstermesi ise (bkz: doğu asya toplumları) coğrafi dağılım nedeniyle son 100.000 yıl içerisindeki diyet farklılıklarına işaret etmektedir. (8).
Emosyonlar ve bağımlılık ilişkisine “bağlanma kuramı” açısından göz attığımızda da bağımlılığın aslında erken dönemdeki kaygılı bağlanmanın sonucu olduğu ve madde kullanımı ya da kumar, seks, vs gibi bazı bağımlı davranışların emosyonel distresle başa çıkma amaçlı edinilmiş ödüllendirici deneyimler olduğunu fark edeceğiz.
Sonuç olarak nörotransmitter sistemi ve emosyonlar olduğu sürece tüm insanlar bağımlılık potansiyeli taşıyacaklar. Yani bir bakıma bağımlılık emosyonların bedelidir. Biyolojik evrimimiz (genetik)kültürel evrimin (endüstri) hızına yetişemediğinde ortaya çıkan bir “paralaks kayması” gibidir. Özetle; bağımlılık medeniyetin hastalığıdır.
Bağımlılık araştırmalarından edindiğimiz bilgilerin ve modern nörobilimin hakkını teslim ederek, bağımlılığa daha geniş ve biraz da spekülatif bu çerçeveden bakmanın birkaç nedenden ötürü önemli olduğunu düşünüyorum:
1. Özellikle bağımlılıkla çalışmaya yeni başlayan ve eğitim alanlar için, kendi bağımlılık potansiyelini fark etmek, bağımlılığın insana hatta dahası doğaya dair temel bir özellik olduğunu anlamak korku ve önyargılarını azaltabilir, hakiki bir anlama çabasını tetikleyebilir.
2. Klinisyenler ve bağımlılar için: Madde kullanımını başlatan ve sürsüren emosyonel nedenleri anlamak ve tedavide kullanmak özellikle relaps önleme stratejileri belirlemede öneli olacaktır. Evrimsel bir yaklaşım aynı zamanda her hastanın ihtiyacıyla uyumlu tedaviler düzenlenmesini destekler. Son olarak da bu bakış açısı, hem klinisyenin hem de danışanın az miktarda acıyı normal ya da işe yarar olarak değerlendirmesini cesaretlendirir.
3. Araştırmacılar için: Kaygıyı, duygusal acıyı gideren antidepresan ilaçlar ya da anksiyolitikler de psikoaktif maddelerle aynı mekanizmayla işlev görüyorlar. Madde isteğini azaltan ilaçlar yine haz ve motivasyon sistemlerine etki ediyorlar. Emosyonların evrimsel açıdan işlevlerini göz önünde bulundurmak bu ajanların kullanımını da sorgulamayı beraberinde getirecektir.
4. Politika yapıcılar için: Madde kullanımı ile ilgili kurallar belirlemek, yasaklar, cezalar, önleme politikaları, tedavi çeşitliliği vb gibi tüm uygulamalar bağımlılık politikasının bileşenleridir. Evrimsel perspektife göre “uyuşturucu sorununu bitirmek imkansızdır”. Bağımlılığın doğasına ilişkin bir kavrayış, daha gerçekçi, insana yakın ve uzun erimli bir bağımlılık politikasına ışık tutabilir.
KAYNAKLAR
1- Nesse, R. M., Berridge K (1997). Psychoactive drug use in evolutionary perspective. Science, 1997; 277: 63-65.
2- Strongman KT. The psychology of emotion from everyday life to theory. John Wiley and Sons;2003.
3- Dawkins R. The Selfish Gene: 30th Anniversary Edition. Oxford University Press, USA;2006
4- Blum K, Chen AL, Oscar-Berman M, Chen TJ, Lubar, J, White, N., & Bailey JA. Generational association studies of dopaminergic genes in reward deficiency syndrome (RDS) subjects: selecting appropriate phenotypes for reward dependence behaviors. International journal of environmental research and public health,2011; 8(12), 4425-4459.
5- Nesse RM. An evolutionary perspective on substance abuse. Ethology and Sociobiology,1994;15:339-348.
6- Dietrich O, Heun M, Notroff J, Schmidt K., & Zarnkow, M. The role of cult and feasting in the emergence of Neolithic communities. New evidence from Göbekli Tepe, south-eastern Turkey. Antiquity,2012; 86(333), 674-695.
7- Blum K, Oscar-Berman M, Demetrovics, Z, Barh D , & Gold, MS. Genetic Addiction Risk Score (GARS): Molecular Neurogenetic Evidence for Predisposition to Reward Deficiency Syndrome (RDS). Molecular neurobiology, 2014;50(3), 765-796.
8- Brüne M. Textbook of evolutionary psychiatry: The origins of psychopathology (Ed). Oxford University Press, USA; 2008.